CHP MYK, bugün saat 14.00’te CHP Genel Başkanı Özgür Özel başkanlığında toplandı. Yaklaşık üç saat süren toplantının ardından CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, toplantının gündemine ait açıklama yaptı. Yücel’in açıklamaları şöyle:
*İki gün evvel Isparta’da meydana gelen askeri helikopter kazasında altı askerimiz şehit düştü. Şehitlerimiz; Tuğgeneral İsa Baydilli, Teğmen Mustafa Atakan Dut, Teğmen Ceyhun Kalyoncu, Teğmen Tunahan Dağlı, Astsubay Kıdemli Çavuş Hüseyin İpek ve Astsubay Çavuş Talha Nergis’e Allahtan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. Milletimizin başı sağ olsun.
“HALKIN BÜTÇESİNİ YAPACAĞIZ”
*TBMM komite görüşmelerinin sona ermesinin akabinde, Meclis Genel Kurulu’nda da 2025 yılı Merkez Bütçe Kanun Teklifi’nin görüşmeleri başladı. Ülkenin kaynaklarını siyasi geleceği için çarçur eden AKP iktidarı, bütçe teklifini de bunun kılıfı haline getirmeye çalışıyor.
*Halk ismine bütçe yapmakla sorumlu olan TBMM, bütçe teklifi sürecinde prosedürü tamamlayan bir kurum haline gelmiştir. CHP milletvekilleri, bu bütçenin halkın bütçesi olması için iki hafta boyunca gayret vereceklerdir. 2018 yılından bu yana, TBMM ismine yapılan kontrollerin etkisizleştirildiği ve maalesef göstermelik hale getirildiği; bakanların halka değil, AKP’ye hizmet etmek için çabaladığı ve aslında herkesin tek bir adama tabi olduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube sistemde çalışanın, işçinin, çiftçinin, öğrencinin, emeklinin, memurun hakkını savunmaya devam edeceğiz. Halk iradesini yok sayan bu sisteme inat biz sarayın değil, halkın bütçesini anlatacağız. Birinci sandıktan çıkacak CHP iktidarında sarayın değil, halkın bütçesini biz yapacağız.
*22 yıllık AKP iktidarının en fazla ziyan verdiği alanlardan biri de kamu kurumları oldu. Liyakatsiz atamalarla kurumların içini boşalttılar, vatandaşın kamu kurumlarına itimadını yok ettiler. Bu kurumların başında olağan ki TÜİK geliyor. 98 yıllık geçmişi olan bu kurum, yayımladığı bilgilerle bu ülkede enflasyon, istihdam, ulusal gelir, toplumsal yardımlar üzere ekonomik ve toplumsal alanlarda belirleyici bir role sahip.
*Açıkladığı datalar, maaş ve fiyatlara de tesir ediyor ödediğimiz kiralara da. Bu nedenle TÜİK’in tarafsızlığından ve bağımsızlığından kimse kuşku duymamalı, açıkladığı datalar herkes için gerçek ve muteber olmalı. Lakin o denli mi? Bugün TÜİK’e de onun açıkladığı bilgilere de güvenen yok.
*Çünkü AKP, ülkenin gerçek ekonomik ve toplumsal durumunu baskı ve müdahalelerle sansürleyerek kapatacağını zannediyor. Son beş yılda beş lider değiştiren TÜİK, geçen hafta da kasım ayı enflasyon bilgilerini açıkladı. Elbette bu enflasyon oranına hiç kimse inanmadı.
*TÜİK’in açıkladığı yüzde 47,09’luk yıllık enflasyon oranı karşısında, ENAG yıllık enflasyonu yüzde 86,76 olarak açıkladı. Hakikaten Merkez Bankası da çok kısa bir müddet evvel, 2024 yılı enflasyon iddiasını yüzde 44’e yükseltmişti.
MEHMET ŞİMŞEK’E SESLENDİ
*Açıklanan resmi enflasyonla gerçek enflasyon ortasındaki makas gitgide açılıyor, vatandaş yüksek enflasyon karşısında geçim gayreti vermeye çalışıyor. İktisatta işler güzel gitmiyor. Enflasyonla uğraş programındaki başarısızlık, TÜİK’in zorlama sayılarıyla bile örtülemiyor. Enflasyonda bariz bir düşüş olacağı masallarına artık hiç kimse inanmıyor.
*TÜİK’in çizmeye çalıştığı sanal güzellik tablosu, yoksullukta birleşen milyonların gündeminde bile değil. Vatandaş kredisini, kredi taksitlerini, kredi kartı borcunun asgarisini bile ödeyemiyor. Bilhassa besin fiyatlarındaki fahiş artışlar, besine erişim konusunda çok önemli bir külfet olduğunu ortaya koydu. Kasım ayında geçen yıla nazaran; meyve fiyatları yüzde 142,4, zerzevat fiyatları ise yüzde 253,4 oranında arttı.
*Artık kiloyla meyve-sebze alma devranı kapandı. Meyveler taneyle alınıyor. Sebzeler ise ikiye ya da dörde bölünerek satılıyor. Sayın Mehmet Şimşek’e tavsiyemiz gidip pazarda şöyle bir dolaşsın. Pazarda ‘yarım brokoli’, ‘çeyrek karnabahar’ diye fiyat etiketlerini görünce tahminen bizim ne demek istediğimizi, vatandaşın da nasıl bir zahmet içinde olduğunu tahminen anlayabilir.
ASGARİ FİYAT AÇIKLAMASI
*Asgari Fiyat Tespit Kurulu birinci toplantısını 10 Aralık tarihinde gerçekleştirdi. Toplantı 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk gelince insan onuruna yaraşır bir sayı konuşulur diye umutlanmıştık ki her vakit olduğu üzere birinci toplantıda sayı dahi konuşulmadı.
*İkinci toplantı 16 Aralık’ta yapılacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i, asgari fiyatı 24 bine çıkarmaları için ikna gayretleri sürüyormuş. İkna olmadıkları sayıya bakar mısınız, 24 bin lira. Açlık sonuyla neredeyse muadil, yoksulluk sonunun ise çok çok altında.
*24 bin lirayla vatandaşa, ‘Faturanı öde, kiranı öde, karnını doyur’ diyorlar lakin 24 bin liranın artık bir kira parasını karşılamaya bile yetmediğini görmüyorlar. Bir minimum ücretlinin standart harcamalarının geçtiğimiz yıla nazaran yüzde 80 artığını görmezden geldikleri yetmiyormuş üzere, üstüne TÜİK’in bile yüzde 47 olarak açıkladığı enflasyonu görmezden geliyorlar ve taban fiyata yüzde 25-30 ortasında bir artırım yapılmasını öngörüyorlar.
*Bu sözün tam manasıyla insafsızlıktır, vicdansızlıktır, vatandaşı açlığa mahkum etmektir. Taban fiyat, dünyadaki uygulamaların bilakis bizim ülkemizde ortalama fiyat haline gelmiş durumda.
*Bugün çalışanların yüzde 60’ı taban fiyat ve civarında fiyatlarla çalışıyorsa elbette bu işte bir yanlışlık vardır. Taban fiyat, şayet milyonların geçindiği bir fiyatsa bu ülkedeki milyonları açlığa ve yoksulluğa mahkum etmeye kimsenin hakkı yoktur.
*Türkiye, Avrupa’nın beşinci en düşük taban fiyatlı ülkelerinden biri. Taban fiyat belirlenirken açlık ve yoksulluk sonları göz arkası edilemez. Minimum fiyat tek bir kişinin değil, kimi vakit iki kişi, kimi vakit dört kişi tahminen de daha fazla nüfuslu bir ailenin geçimini sağlayan bir fiyat olmalıdır.
*Asgari fiyat belirlenirken gerçek enflasyona nazaran değil, maksat enflasyona nazaran belirlenmesi saçmalığından da bir an evvel vazgeçilmelidir. Bir sefer daha yineliyoruz: Bizim taban fiyat teklifimiz 30, bunun altında yokuz.
“BÜYÜK SORUN YAŞANMAKTA”
*Bu ülkede besin güvenliği konusundaki zafiyet o denli bir boyuta ulaşmış ki artık halk sıhhatini tehdit eder hale gelmiş. Türkiye’den ihraç edilen tarım eserlerinde yüksek oranda pestisit, aflatoksin ve Akdeniz meyve sineği tespit edilmeye başlandı. Bunlar alıcı ülkeler tarafından Türkiye’ye çabucak iade ediliyor. Vatandaş da doğal olarak soruyor: ‘Geri gönderilen bu eserleri bize mi yediriyorlar?’ Daha da değerlisi bu eserler tırlara, kamyonlara yüklenmeden evvel kontrolden geçiyor, tahlil ediliyor.
*Ama yeniden de içinden zehir çıkıyor. Yurt dışına gönderilen, kelamda bir sürü kontrolden ve tahlilden geçen eserlerde bu zehirler çıkıyorsa yurt dışına gönderilmeyen ve direkt iç piyasaya sunulan eserlerde kim bilir neler var neler?
*Hata olduğunda susan, kriz olduğunda geri çekilen, sorunları daima diğerlerinin çıkardığını tez eden hükümetten ise besin güvenliği konusunda cılız açıklamalar yapmak dışında hiçbir ses çıkmıyor. İhraç edilen lakin geri gönderilen meyve ve sebzelerin iç piyasaya sürülmediği açıklaması pek çok vatandaşımıza inandırıcı gelmiyor. İktidarın şeffaf biçimde yürütmediği kontrol süreçleri, ‘Soframızdaki meyve-sebze yurt dışından geri gönderilen mi’ sorusunu akıllara getiriyor.
*Çünkü Tarım ve Orman Bakanlığı hem ihraç edilen hem de iç piyasada tükettiğimiz eserlerin kontrol sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmıyor. Bu nedenle de biz nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu lakin çok sayıda ihraç eseri yüksek kalıntı yahut hastalık nedeniyle geri gönderildiğinde öğrenebiliyoruz. Bu hususta CHP Genel Lider Yardımcısı, Gölge Tarım Bakanı Sayın Erhan Adem’in tam iki ay evvel yaptığı uyarıyı yineliyoruz: Türkiye’de besin güvenliği konusunda büyük bir sorun yaşanmakta.
*Gıda sahteciliği ve tağşiş hadiselerine verilen cezaların derhal caydırıcılığının artırılması ve besin üreticilerinin şeffaf ve etik uygulamalar konusunda teşvik edilmesi gerekiyor. Bağımsız bir besin teşkilatı kurulmalı ve bu kurumun da uzman takımlarla donatılması gerekiyor. Ve Türkiye’nin besin güvenliği konusundaki mevcut durumu tüm şeffaflığıyla tespit edilmeli ve derhal bir acil hareket planı yapılarak besin güvenliği konusunda önemli adımlar atılmalıdır.
“ARTIK SAKLAMA GEREKSİNİMİ DAHİ HİSSETMİYORLAR”
*Her atılımıyla ulusal eğitim sistemine darbe vurmayı hedefleyen, tarikatlarla imzaladığı protokollerle laik, çağdaş ve bilimin ışığındaki eğitim anlayışını bitirmeyi amaçlayan, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) koltuğunu işgal eden zat ve ucube projesi ÇEDES, her geçen gün çocuklarımızın geleceğini karartmaya devam ediyor. ÇEDES kapsamında Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından okullara gönderilen yazıyla İzmir, Bornova ilçesindeki 99 okula din vazifelisi atandı.
*Geçtiğimiz yıldan bu yana karşısında durduğumuz, kabahat duyurusunda bulunduğumuz ÇEDES projesi için MEB’i tekraren uyarmıştık. Okullarda din vazifelilerinin görevlendirildiğini söylemiştik lakin ‘Böyle bir atama yok’ diyerek yalanlamışlardı. Geçen sene yalanladıklarını bu sene ÇEDES kapsamına alarak projeymiş üzere uyguluyorlar. Laik eğitim alerjilerini artık saklama gereksinimi dahi hissetmiyorlar.
*Çocuklarımızın kelamda zihinsel ve manevi gelişimleri için okul içinde ve dışında dini içerikli etkinlikler düzenleniyorlar. Sınıflara mezar maketleri sokuluyor, öğrencilere mezarlık temizletiliyor. Bu aktifliklerin bir çocuğun zihinsel gelişimini ilerletmeyi bırakın, tam bilakis uzmanlar travma tesiri yaratabilecek etkinlikler olduğu söyleniyor.
YUSUF TEKİN’E SERT TEPKİ
*Milli eğitim kurumları, dini içerikli faaliyet ve aktiflikleri yapma yeri değildir. Bilimin ışığında pedagoji eğitimi almış eğitimcilerin elinde, bilgi birikimiyle donanımın gelecek kuşaklara aktarıldığı yerler olmalıdır. ÇEDES denen ucube projeyle ulusal eğitim sistemine darbe vuranlar, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile de müfredattan bilimi çıkardılar.
*STK ismi altında tarikatlarla protokoller imzalayanlar, yalnızca pırıl pırıl çocuklarımızı değil; eğitimcilerimizi de istediği kalıba sokmayı, istediği kalıba girmeyen eğitimcileri ise ekarte etmeyi hedefliyor. Bunun en son örneğini ise atanmayan öğretmenlerimizde gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Milyonlarca atanmayan öğretmenimiz dururken okullara eğitimci yerine imam görevlendiren Milli Eğitim Bakanı, mülakatla yüksek puan alan öğretmen adaylarını eleyip tarikatının referansını alanları takımlara doldurdu.
*Bu haksızlığı protesto eden atanmayan öğretmenlerimizi ise yaka paça, sille tokat gözaltına aldırdı. Buradan MEB koltuğunu işgal eden zata bir sefer daha seslenelim: İzmir Bornova’da, 99 okula pedagoji eğitimi almamış imam atayacağına atanmayan öğretmenlerimizin atamasını yap.
*Profesörlüğün şaibeli, rektörlüğün torpilli, bakanlığın ise kusura bakma ancak lanetli. Öğretmenlerin hayatlarını, umutlarını söndüren; öğrencilerin geleceğini karartan bir bireysin Yusuf Tekin.
*Toplumdaki kanayan yaralardan birisi de KPSS imtihanlarının akabinde yapılan mülakatlar hususudur. KPSS’de derece yapmalarına karşın mülakatlar sonucunda elenen eğitimcilerimiz, anayasal hakları olan protesto hakkını kullanarak MEB önünde oturma aksiyonu yaptılar.
*Öğretmenlerimizin bu son derece barışçıl aksiyonu, demokratik ülkelerde çok olağan bir protesto yolu olan oturma hareketi, herhalde birilerini o kadar rahatsız etmiş ki polis takımları öğretmenlerin hareketine müdahalede bulundu. Polis takımlarının müdahalesinde iki öğretmenimiz yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı.
*Devletin polisiyle öğretmenleri karşı karşıya getiren zihniyet, polise öğretmenlere karşı kuvvet kullandıran zihniyet bundan utanmalıdır. Ne eğitim umurlarında ne eğitimci ne de gelecek kuşaklar… MEB çok bakan gördü ama böylesine eğitim ve eğitimci düşmanı bir bakanı daha önce görmedi.
*22 yıllık AKP iktidarının verdiği en yanlış kararlardan biri, o koltukta oturan zattır. İşgal ettiği koltuk çocuklarımızın geleceğine mal olmaktadır.
“ÇOCUKLARIN GELECEĞİNE MAL OLUYOR”
*Az evvel dedik ya çocuklarımızın geleceğine mal oluyor diye… İşte o yavrularımızdan biri Alperen Enes Ural. 17 yaşında, hayatının baharında gencecik bir evladımızdı. Manisa Soma’da, Meslek Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında stajyer olarak çalışıyordu.
*İnşaatta doğal gaz borusu döşerken yüksekten düşerek ömrünü yitirdi. 23 Mayıs’ta kaybettiğimiz yavrumuzun üçüncü duruşması dün gerçekleşti. Tek bir kişi bile tutuklanmadan dava sonuçlandı. İş yeri sahibine 36 bin lira ve sekiz ay meslekten uzaklaştırma, ustaya ise 15 bin lira para cezası verildi. İktidar eliyle çocuk işçiliğini legalleştiren MESEM’in vefatına sebep olduğu 17 yaşında bir evladın bedeli, biri için 36 bin lira; bir başkası için 15 bin lira oldu. Davada MEB’den hiç kimse yoktu.
*Çalışma ve Toplumsal Güvenlik Bakanlığı’ndan hiç kimse yoktu. Adalet Bakanlığı’ndan hiç kimse yoktu. Oysa Alperen Enes, MESEM’in birinci iş cinayeti değildi. Tekrar Manisa’da 16 yaşındaki Zekai Dikici ve 14 yaşındaki Muammer Samet Karaoluk; Konya’da 17 yaşındaki Ulaş Dumlu, 17 yaşındaki Yunus Emre Küçükuzun ve 16 yaşındaki Eren Dağ; Diyarbakır’daki 15 yaşındaki Ömer Çakar; İstanbul’daki 14 yaşındaki Arda Tonbul; Kütahya’da 15 yaşındaki Erol Can Yavuz; Kilis’te 17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz; Ankara’da 15 yaşındaki Alperen Kocayavuz ve son olarak Zonguldak’ta 14 yaşındaki Efe Baran Kazancı…
*12 yavrumuz MESEM’in çocukları işverenlere ucuz işgücü olarak tahsis eden anlayışının kurbanı oldu. 12 yavrumuz ömrünü yitirirken sustuğunuz üzere, adaletin sağlanmazken de görmezden geldiniz. MESEM’de yaşanan çocuk ölümlerinin asıl faili susanlar, gözlerini kapatanlar, üç maymunu oynayanlardır.
SINIRA DİKKAT ÇEKTİ
*Yıllarca otoriter bir formda yönetilen Suriye halkı, ulus egemenliğine dayalı bir idareyle değil; şahıs devletiyle yönetilmenin sonucunu ağır biçimde yaşatmıştır.
*Gelinen noktada, Suriye’nin en varlıklı ve en verimli toprakları olan Fırat Irmağı’nın doğu kısmı PYD’nin denetiminde kalmıştır. Suriye güç kaynaklarının yüzde 90’ından fazlasına ve su kaynaklarının çoğunluğuna sahip bu bölgeye PYD yerleşerek Irak coğrafyasının en varlıklı güç kaynaklarına sahip Kuzey Irak Kürdistan Özerk Bölgesi’yle hudut komşusu haline gelmiştir. Bölgemizde binlerce insani vahşice öldüren El-Kaide terör örgütü uzantısı, IŞID katillerini dahi bünyesinde bulunduran Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) de Fırat’ın batısına ve Halep’ten Şam’a kadar olan bölgeye yerleşmiştir.
*Suriye’de idaresi devralan, Türkiye’nin ve Birleşmiş Milletler’in (BM) terör örgütleri listesinde olan HTŞ’nin saldırgan olmayacağı, kapsayıcı olacağına dair açıklamalarını dikkatle takip ediyoruz. PKK’nın Suriye’de kurmuş olduğu, PYD’nin yönettiği SDG; Fırat’ın batısında Halep’ten Şam’a kadar olan bölgeye yerleşmiştir.
*Ülkemizin güneyinde ulusal güvenliğimizi tehdit eden ‘de facto’ bir devlet yapılanması bulunmaktadır. En uzun sonumuzun olduğu bölgede, birden fazla silahlı tertip bulunmaktadır.
*Suriye’de yaşanan süreçle ilgili Dış Siyaset İstişare Konseyimiz ve Ulusal Savunma Şuramız son bir ayda altı sefer karma olarak toplanmış ve bu toplantılardan çıkan tespitlerini MYK’mıza sunmuşlardır.
*Bu kapsamda Suriye’de süratli bir biçimde evvel askeri, sonra siyasi, sonra da ekonomik manada kalıcı istikrarın sağlanması gerekmektedir. Suriye’de yaşanan süreçle ilgili iktidarın ve yandaş basının CHP’nin tavrına ait açıklamalarını son derece provokatif bulduğumuzu da söz etmek isterim.
*CHP’nin Suriye’ye ve devrik önder Esad’a bakış açısı ve hali, ülkemizdeki sığınmacıların geri dönüşünün sağlanması merkezinde, her vakit dengeli olmuştur. Öteki yandan Esad’a güzellemeler yapan, birlikte ailece tatiller yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Dostum Esad’ tabirinden ‘Katil Esed’ tabirine dönüşü, tutarlılık ve istikrar konusunda ibret vericidir.
SIĞINMACI ÇAĞRISI
*AKP iktidarına Suriye’de yaşanan süreçten kısa vadeli siyasi çıkar devşirmeye çalışmak yerine, ülkemizin ve milletimizin ortak ulusal menfaatlerine uygun hareket etmeleri, ortak ulusal menfaatlerimizi müdafaaları gerektiğini hatırlatıyoruz ve kendilerini uyarıyoruz. Esad rejimi çöktüğüne nazaran; Türkiye’de 13 yıldır konuk ettiğimiz, resmi sayılara nazaran 3 milyona yakın süreksiz muhafaza altında bulunan, kanaatimizce gerçek sayısı bunun çok çok üzerinde olan Suriyelilerin ülkemizdeki misafirlikleri sona ermiştir.
*İktidardan türel münasebeti ortadan kalkması sebebiyle öncelikle süreksiz müdafaanın kaldırılmasını, akabinde sığınmacıların ülkelerine dönmeleri konusunda hükümetin bir an evvel bir takvim ilan etmelerini bekliyoruz. Çünkü Suriyelileri sığınmacıların misafirliğinin Türkiye’ye ekonomik ve toplumsal maliyeti ağır olmuştur.
*Bir öbür davetimiz da Suriye halkınadır: Ülkenize dönün ve ülkenizin toprak bütünlüğünü koruyun. Orada seçim yapılmasını sağlayın ve tüm toplum kesitlerini kucaklayan bir demokrasi inşa edin. Ülkenizi tekrar imar edin, biz de sizlere takviye olalım. Suriye’de kurulan geçiş hükümeti kapsayıcı değildir lakin en kısa vakitte kapsayıcı bir hükümet ve tüm kısımların katıldığı bir anayasa üretim süreci olmasını temenni ediyoruz.
*Suriyeliler olarak anayasanızın imal sürecinde dış müdahalelere fırsat vermeyip bir ulus devleti inşasını başarmak zorundasınız. Bunu başaramazsanız, laikliği ve demokrasiyi benimsemezseniz; ülkeniz global güçlerin satranç tahtası, savaş alanı olmaya devam eder. Suriye’nin birbirini öldüren insanların kanlı bir coğrafyası olmaya devam etmesini istemiyorsanız dünyada emperyalizmi yenen tek önder olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü okuyun ve 100 yıl evvel o ne yaptıysa birebir iradeyi ve tıpkı kararlılığı gösterin.
*Ulus egemenliğine değil; şahıs, aşiret, klan, aile ve cemaat egemenliğine dayalı devletlerin çağımızda nasıl çöktüklerini en acı halde deneyim eden Suriye halkının bir an evvel ulus egemenliğine dayalı, üniter bir devlet kurmasını temenni ediyoruz.
